Sayfalar

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Renklerle iyileşin

Neden bazı renkleri severiz? Bazıları bize rahatlık verir? 

Düş ve gerçek dünyamızı boyayan renkler, sağlığımızla ilgili olduğu kadar kişiliğimiz hakkında da ipuçları veriyor.

Renklerin psikolojik ve fiziksel etkileri


Renkler hayatımızı baştan aşağı boyarken, sağlığımızdan karakterimize kadar pek çok alanda etkilerini gösteriyorlar. Daha açıklayıcı olursak, farkında olmadan seçtiğimiz renklere aslında bazen sağlımız için ihtiyaç duyduğumuzdan, bazen de ruh halimizden dolayı başvuruyoruz. Peki bu durum nasıl ve hangi sebeple ortaya çıkıyor?

İranlı Psikolog Dr. Davut İbrahimoğlu, "Renk tercihlerimiz tesadüfler üzerine değil, kişiliğimiz ve bundan doğan ihtiyaçlar üzerine yapılır" diyor. "Bütün insanların vücudunda 7 ana, birçok da küçük güç merkezleri vardır. Yani herkes bir miktar da olsa bir enerjiye sahiptir. Bu enerji, yine vücudumuz üzerinde yer alan hatlarda dolaşır ve güç merkezlerinden geçer. Vücudumuz değişik frekanslarda bu enerjiyi çevresine yayar."
İbrahimoğlu'nun vurguladığı 7 ana merkeze çakralar deniyor. Bu güç merkezlerinde bir tıkanma meydana gelirse bu çakraların kapsadığı alanda sağlık problemleri ortaya çıkıyor. Zira bu bölgelerde bir aksama meydana gelirse, vücudu saran enerjinin dolaşımında da aksamalar oluşuyor. Bunun giderilmesi içinse iki yol deneniyor. Biri bioenerji yoluyla çakraları açma, diğeri ise aksama meydana gelen çakraya tekabül eden renge göre tedavi. Renk tedavisininse üç yolla yapıldığını anlatan psikolog Davut İbrahimoğlu, bunları şöyle sıralıyor: Projektörle sorunlu bölgeye ihtiyacı olan rengi vermek, o renkten bir giysinin giyilmesi ve en son olarak da kişinin ihtiyaç duyduğu rengi düşünmesi.


Dalga boyu önemli

Renk uzmanları ve renk terapistlerine göre renkler beyine ulaştıktan sonra hormonlara yani vücudun kimyasına etki ediyor. Çünkü renk, ışık içerisindeki elektromanyetik dalga boylarından oluşuyor. Gözümüzün retinası aracılığıyla gördükten 90 saniye sonra algıladığımız bu dalga boyları optik sinirler boyunca ilerleyip beyindeki kortekse ulaşıyor. Ama her rengin dalga boyu ve dolayısıyla yaydığı titreşim farklı olduğundan her renk beyinde farklı bir etki yaratıyor. Bu titreşimlerin her birinden farklı etkilenen beyindeki hormon bezleri her renge göre vücudun kimyasını değiştiren değişik hormonlar salgılıyor. Örneğin dalga boyu en uzun olan kırmızı, beyni en çok uyaran renk; vücutta adrenalin hormonunun salgılamasına, kan basıncının ve vücut ısısının artmasına, kalp atışının hızlanmasına sebep oluyor. Renklerin yaydığı titreşimler cilt vasıtasıyla da vücuda girebiliyor. Dalgaboyu en uzun renk olan kırmızıyı dokunma duyuları fazlasıyla gelişmiş kimi körler bile dokunarak algılayabiliyor.

Uluslararası Renk Terapisi Derneği'nin başkanı ve İngiltere'deki Hygeia Renk Okulu'nun kurucusu Theo Gimbel da, "Renkler insanlar üzerinde çok önemli fiziksel, zihinsel ve duygusal etkiler yaratır" diyor ve ekliyor: "Örneğin beş dakika boyunca kırmızı renge maruz kalan bir insanın kan basıncı hızlanır. Renk maviye dönüştürüldüğündeyse beş dakikanın sonunda kan basıncı normalin de altına düşer. Çünkü mavi ve yeşil insan vücudunda kırmızının tam tersi etkiler yaratır."

Araştırmalara göre vücudun kırmızı, turuncu ve sarıya otomatik olarak verdiği tepki adrenalin salgılamak oluyor. Bu nedenle turuncu iştah açıyor ve neşelendiriyor, kırmızı enerji verip heyecanlandırıyor. Siyah kendine güveni, mavi sakinliği, yeşil denge ve uyumu sağlıyor.

Renk terapisi uzmanları birtakım uyarılara dikkat edilirse hayatın daha huzurlu olacağını belirtiyorlar.

"Alışverişe çıktığınızda sizde pozitif bir reaksiyon yaratan, içinizde olumlu bir his uyandıran rengi seçin. Rengin modaya, giysilerinize uyup uymayacağını, başkalarının beğenip beğenmeyeceğini düşünmeyin. O renk aslında o anda vücudunuzun ihtiyaç duyduğu renktir. Bir süre sonra belirgin bir renge daha düşkün olduğunuzu fark edeceksiniz. Çoğu kişi için bu mavidir, çünkü rahatlatır. İkinci en popüler renk ise kırmızıdır. Seçtiğiniz renk çoğunlukla hayatınızda o rengin yansıttığı özelliklere ihtiyaç duyduğunuzu gösterir. Renk titreşimleri sadece görsel değil dokunma yoluyla da vücuda ulaşabildiğinde kendi kendinizi tedavi etmek, fiziksel, ruhsal ve zihinsel ihtiyaçlarınızı karşılamak için en etkili yöntem bu renkleri giymektir. Örneğin enerjiye ihtiyaç duyuyor ama turuncu gömlek giyemiyorsanız en azından çoraplarınızı turuncu giyin, etkisini alacaksınız."

Sağlığınızı güçlendirmek için, evinizin renklerine de dikkat etmelisiniz.

    Kırmızı: Evin giriş kısmı için uygun, ama mat tonda olmak kaydıyla.
    Portakal rengi: Mutfakta kullanılmalı. Çünkü psikolojik açıdan rahatlattığından sindirimi kolaylaştırıyor.
    Sarı: Sarı, beyni dinamik kılıyor. Projelerinize karar verdiğiniz her oda için uygun.
    Yeşil: Sinir sistemini dengeler, çalışma odası için uygun seçimdir.
    Mavi: Dinlendirip dinçleştiren bu renk yatak odalarında öneriliyor.
    Beyaz: Aydınlık mekanlar yarattığından salonda kullanılabilir.

Ana çakralar

Hint ve Uzak Doğu felsefesine göre vücudumuzda yer alan enerji noktaları şu şekilde sıralanıyor:

Hat (tepe) çakrası: Başın üst kısmında yer alır. Menekşe rengine tekabül eder, hipofiz beziyle ilgilidir.
Alın (üçüncü göz) çakrası: Alın ve altını kapsar. Çivit mavisi renge tekabül eder. Hipofiz bezine bağlıdır.
Gırtlak çakrası: Boyun bölgesinde yer alır. Mavi renge tekabül eder. Tiroid beziyle ilgilidir.
Kalp çakrası: Kalp bölgesinde yer alır. Yeşil renge tekabül eder. Timus salgı beziyle ilgilidir.
Güneş çakrası: Mide bölgesinde yer alır. Sarı renge tekabül eder. Pankreas ve mide salgılarıyla ilgilidir.
Haç çakrası: Karın bölgesinde yer alır. Turuncu renge tekabül eder. Böbreküstü bezlerle ilgilidir.
Kök çakrası: Kuyruk sokumunun altında yer alır. Kırmızı renge tekabül eder. Cinsel bezlerle ilgilidir.

Renklerin psikolojik ve fiziksel etkileri


MAVİ: Rahatlatır; kendinize vakit ayırmanızı sağlar. Yaratıcılığı besler. Ayrıca ateş düşürücü etkisi vardır. Konuşma yetisini de güçlendirir.
KIRMIZI: Enerji ve heyecan verir. Cinsel arzuları körükleyen ve sosyalleştirici özelliği vardır. Vücut ısısını artırır, kan basıncının yükselmesine, adrenalin salgılanmasına neden olur. Kansızlık ve üşüme gibi sorunları olumlu etkiler.
YEŞİL: Dengeleyici renktir. Çalkantılı hayatı düzene sokmak ve yeni bir yön kazandırmakta birebirdir. Ayrıca kan basıncını dengeler, baş ağrısına, ülsere, strese ve karaciğere iyi gelir. Kilo problemleri olanlar için de iştah kapatıcı özelliği yüzünden faydalıdır.
SARI: Unutmayı, olumsuzlukları kestirip atmayı sağlayan, sinirleri gevşeten bir renktir. Alışmayı kolaylaştırır. Zekâyı da etkileyen bir renk olduğundan duru düşünmeye yardımcı olur. Ayrıca sindirim sistemini düzenleyen bir etkisi vardır. Toksinlerin vücuttan atılmasında etkili, cilde, karaciğere ve bağırsaklara da yararlıdır.
MOR: Kendini çabuk bırakan, moralsiz kişiler için yararlı bir renktir. Kendine güven ve gururu perçinler. Sinir sisteminin tedavisi için kullanılır.
TURUNCU: Neşe ve eğlenceyi simgeler. Hayatın fazlasıyla ciddileştiği anlarda çocuksu bir neşe kazandırır. Aynı zamanda iştah açıcıdır. Regl dönemi ağrılarında, böbrek hastalıklarında ve üremeyle ilgili problemlerde olumlu etkisi vardır. Akciğerlerin düzenli çalışmasını sağlar.
TURKUAZ: Başkalarının etkisi altında kalan, onları taklit ederek yaşayan insanların kendi fikirlerini geliştirmelerine, kendilerine saygı duymalarına yardımcı olur. Soğuk algınlığını önleyici, bağışıklık sistemini güçlendirici etkisi vardır.
PEMBE: Maneviyatı güçlendirir ve değişimlere açık olmayı sağlar. Maddiyat içinde kendini kaybeden insanlar için yararlı olacaktır. Fiziksel olarak belirgin bir etkisi yoktur.

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Uyanış

Yüzyıllardır insan kültürünün ve bilgisinin sürekli geliştiğini tarih bize kanıtlamaktadır. Her kuşak bir öncekinden daha bilinçli ve biz hayal meyal hatırladığımız yazgımızın sonuna doğru ilerlemekteyiz. Bu arada bilinç evrimimiz de devam etmektedir. Bir süre sonra açılıp gerçek kimliğimizi ve ne amaçla bu dünyaya geldiğimizi farkedeceğiz. Eğer, yaşamın ne büyük bir gizem olduğunu farkedersek, değişimi gerçekleştirmek için bu dünyaya geldiğimizi anlayacağız.

Yaşamın gizemini çözmek üzere çıktığımız evrimsel yolculuğumuzun üstünde bize meydan okuyan kişisel önyargılar, kayıtlanmışlıklar ve şartlanmışlıklar bu evrimi yavaşlatmaktadır. Bu kayıtlanmışlık ve şartlanmışlıklardan şöyle bir sıyrılıp karşılaştığımız obje, suje ve olayları objektif olarak değerlendirebilirsek, bunların hakikatini görüp, aslında her birinin insanın ve yaşamın o büyük gizemini çözmek için karşımıza çıktığını anlayabiliriz.
Dünya’nın varoluşundan bu yana insanlara tek kaynaktan verilen dinler, öğretiler , felsefe ve son geçiş dönemi bilgisi olan Aktif Varoluş Bilgisiyle , dünya toplumunun kayıtlanmışlık ve şartlanmışlıklarını kırmak, kendi içlerine sefer etmelerini sağlamak, yüksek farkındalık ve pozitif aktif statüde tavırlanmalarla kendi öz keyfiyetlerine ulaştırılmak, bu öz keyfiyetleri Madde Kainatı Çekirdek Dünya’da yaratıya geçirmek hedeflenmiştir. Dünya insanlığı, göksel görevlilerce gerek sanatsal, gerek dinsel, gerekse bilimsel ve ruhsal akımlarla tamponlanmış, bilinç düzeyleri yükseltilmeye çalışılmıştır. Mesela Rönesans dönemi yine Çekirdek Dünya’nın üzerinde bulunan bilinçlerin realitesini tamponlamak amacıyla gerçekleştirilmiş bir dönemdir. Son dönemde de Aktif Varoluş Terminolojisi, kendini her türlü kayıt ve şartlanmışlıklardan sıyırmış evrensel insanı, kendinde birleyecek, varlığındaki gizemi çözdürecek bir bilgi muhtevasıyla karşımıza çıkmıştır.

Çekirdek Dünya’da yaşanılan çok büyük bir illizyon vardır. Bu kişilik illizyonudur, sahiplenme illizyonudur. İnsanlık karşılaştığı her bir zerreyi formuna, sahip olduğu bilgisine, karakterine, örf, adet ve geleneklere göre değerlendirmektedir. Bütün bunların hepsi vizyon oluşlar kategosine giren değerlerdir. Ve her biri illizyonik yaşam çemberine, muayyen mahiyette yaşamış olduğumuz illizyonik yaşam olgusuyla kendimizden kendimize, kendimizi vizyonik yaşam çemberine zincirleyen, geçiçi, uçan bir sabun köpüğü gibi olgulardır. Dünya insanlığı özgürlük peşindedir. Demir parmaklıklar arkasına kapatılmaya görsün; buradan kurtulmak için öyle çaba sarfeder ki, bunun için canını bile verebilir. Oysa içinde bulunduğu illizyonik değerler kendisini öyle bir zincire vurmuştur ki, adeta bundan kurtulmamak için çırpınmaktadır. Bu zincirler yersel kişiliğin illizyonik yaşam olgularıdır. Tüm yaşam bu olguların peşinde geçmektedir. Oysa bu bedeni sahiplenen, kendini bu beden sanan, bu bedenin arzu ve istek yoğunluğunun çıkıntılı hallerinin peşinde koşan sizler hepiniz birer Bilinçsiniz. Uluhiyet bazında hareket etmesini bilen Bilinç, mekana, forma, zamana, karaktere, örf, adet ve geleneklere bakmaz. Aktif Varoluş Çemberinde yerini almış her bir Bilinç Madde Kainatı Çekirdek Dünya’da Aktif Yaratılış Çemberinde yerini alıp, Sonsuz Sınırsızlıktaki her bir manayı yaratıya geçirmek için burada doğrumlanmıştır. Sizler manalar terkibisiniz.

Yüzyıllar boyunca, Asil Yaşam Boyutlarında Dünya’ya enkarne edilmiş olan görevli bilinçler insanlığın realitesini daha üst boyutlara ulaştırmayı amaçlamışlardır. Gerek sanat, gerek din, gerekse bilimsel buluşlarla, öğretilerle insanların daha pozitif ve bilinçli bir yaşamı yaşaması amaç edilmiştir. İçinde bulunduğumuz Geçiş Döneminde de Sonsuz Sınırsız olan Mutlak Bilincin bilgisini ve gücünü Çekirdek Dünya insanlığına ulaştırarak, buradaki bilinçlerin alışılagelmiş kavram ötesinde bir kavram oluşturabilecek bilgiler içeren Aktif Varoluş Bilgisiyle Bilinç Potansiyelleri yükseltilmek, yüceltilmek istenmektedir. Dünya, üzerinde yaşayan canlılarla beraber kendini bir üst titreşime sahip bulunan yaşama hazırlamaktadır. Bu yeni çağa daha kolay adapte olunabilmesi, Dünyanın doğum sancılarını daha az hissederek, geçişin rahat sağlanabilmesi için yüzyıllardır Çekirdek Dünyaya enkarne edilen görevli bilinçler bu önemli zamanda tekrar enkarne edilmişlerdir.. İlk başta yersel adaptasyonu sağlamaları için bilinçleri bir süreliğine karartılan bu bilinçler tekrar kendilerini hatırladıkları zaman insanlığa bu geçiş döneminde yardımcı olmakla görevlidirler. Aktif Varoluş Terminolojisi’ndeki Asli Orijinal Bilgiyle Bilinç kodlarımızı açıp, sahip olduğumuz öz hasletleri, değerleri açığa çıkartmak istiyoruz. Bu sayede insanların pozitif olgular yaşayıp, bu geçiş döneminde, evrimlerinin daha hızlı bir şekilde ilerlemesine yardımcı olunacaktır.

13 Mayıs 2012 Pazar

Aşk Gerek

Bir adam yıllarca bir şehirde kalır da bir an gözünü kapayıp rüya görmeye başladı mı,
Kendisini iyi ve kötü şeylerle dolu bir şehirde bulur, kendi şehri zihninden silinir,
Kendi kendine, "Burası yeni bir şehir, ben burada yabancıyım" demez.
Böyle demesi şöyle dursun, hatta kendini orada doğmuş, oraya alışmış sanır.
Ne şaşılacak şeydir ki, ruh da oturduğu, doğup yerleştiği yerleri hatırlamaz.
Bulutların yıldızlar örttüğü gibi, bu perişan dünyanın gözlerini buğuladığını düşünmez.
Hele ruh, bunca şehirler gezmiştir de onun görüşünü karartan tozlar henüz süpürülmemiştir.


                                                                                                                                      Mevlana

Mevlana ne güzel anlatmıştır tekamül yolculuğunu.


Her bir görevli bilinç bağlı bulunduğu Galaksi Yıldız Kutbu Konseyliği'ne akit muhtevasını verdikten sonra, Teknolojik Kodlayıcı Sistem icaplarına uygun tarzlarda, bilinç kodlama planını oluşturan muayyen mahiyetli zamanlama kodlarıyla kodlanarak bu çekirdek dünya ortamına enkarne edilir.

Kendi akit muhtevalarına uygun tarzlarda fonksiyon vurgulayabilecek açılımları yapabilmek için en uygun ortamsal faktörleri barındıran bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir.
İşte o andan itibaren yersel kişilik dediğimiz kişilik oluşmaya başlar. Dünyasal şartlar, obje, suje ve hadiselerle karşılaşarak bu yersel kişilik olgunlaşır, gelişir.

Daha önceki yaşantılar ve bağlı bulunulan tasarruf planına dair her şey unutulmuştur. Kendimizi sanki ilk kez bu dünyaya gelmiş gibi hissederiz. Daha önce yaşanılan hatıralar silinmiştir artık.
Peki neden? Çünkü bu dünya sahnesinde gerçekten hakkını vererek rol çıkarabilmek için bu gereklidir. Eğer, böyle olmasaydı bu bir sınav olmazdı. Bizler her defasında tekrar tekrar bu dünya ya enkarne ediliyorsak eğer sebebi deneyimlerimizi pozitif aktif kıymette yaratıp kendimizde hatırlamaya geçirip, yaratmaktır.

Bu durumda öncelikle hepimiz ne kadar mükemmel bir sistemin tatbikatçıları olduğumuzu anlamalıyız.
Özümüzden gelen seslere kulak vermeli ve pozitifliğin getirisi olan sevgiyi, saygıyı, tevazu ve alçakgönüllülüğü yani diğergamcı olguları yaşayıp yaşatmalıyız.
Bilmeliyiz ki, özde hepimiz kardeşiz. Ayrı ayrı robotik kalıplarda devinmemiz, farklı yersel kişiliklere sahip olmamız, farklı mekanlarda, farklı ortamsal faktörlerle muhavece olmamız bizlerin birbirimizden ayrı olduğunu göstermez. Bu çokluk ortamının bir getirisidir. Bizler hakikatte, sonsuzlukta BİR'iz, mündemiçiz.

Önemli olan, neden bu dünya üzerinde bulunduğumuzu unutmamaktır. Evet, her birimizin farklı yaşantılarına dair yüzyıllardır getirdiği bir tortu vardır, şüphesiz. Ama bunlar bertaraf edilmeyecek tarzda değildir. Çünkü "Allah, yükü güce göre verir." O halde artık kendimize bir çeki düzen vermemiz gerekiyor. Uyanan uyandırmalıdır...

Silkinmek gerek, Mevlana'nın da dediği gibi "görüşü karartan tozları süpürmek" gerek, yıldızları örten bulutları kovmak gerek... En önemlisi AŞK gerek...

Allah'a duyulan AŞK gerek... Karşılıksız, koşulsuz sevgiyle ancak bu yol aşılabilecektir. Korkularımızı ve içimizi karartan egolarımızı artık bir mahrekte toplayıp onlardan her zaman bir adım önde olmak için sevmek gerekir...

Her bir zerreyi, her bir kuşu, ağacı, toprağı, çiğ damlasını, rüzgarı, sokaktaki adamı... Her şeyi... Çünkü o zaman anlarız ancak, aslında orada olanda bizden, bizle. Onlarda aşk ile yola çıkanlardan. Onlarda aşkı yaşayanlardan. İçten aşkı çıkartmak için önce varlıksallığımızın nedenine bakmak yeter. Her şey birbirinin etrafında aşk ile dönüyor. İlk hareket dediğimiz OM, sonsuz - sınırsız yokluğun kendinden kendine duyduğu aşk ile vurgulandı. O zaman demek ki bizler Aşkın tohumlarıyız ve her birimiz en küçük en küçük partiküllerimiz olan serlerden itibaren birbirimiz etrafında aşk ile dönüyoruz.

Öyleyse sonsuza kadar hep beraber döneceğiz. Ama bu sefer yaşayarak ve yaşatarak yani kısacası AŞK olarak...

Bilgelik

İnsanlığın serüveninin başladığı ilk tarihten beri en merak edilen soru kim olduğumuzdur. Herhalde dünyada en çok cevabı verilen soruda budur. Bin bir çeşit öğreti, din, inanç ya da inançsızlık kim olduğumuza dair ip uçları vermeye çalışırlar. Bizse günlük olağan hayat akışından arada bir başımızı kaldırıp merak eder, düşünür, sonra yine suyun akışına kaptırır devam ederiz. Biz, mantık sınırlarımız ve yaşamda alışılagelmişlik yığınlarından ördüğümüz setlerin arkasında kendimize bir güvenlik çemberi çizeriz. Pek kolay kolayda o çemberin dışına adım atmayız. Anlatılan sıra dışı, gizemli hikayeler hep o çemberin ötesine dair izlenimler verse de bunlar bizim için sıradan eğlencelik hikayelerden öteye gitmez.

Hepimiz merak eder, " bu hayat bu kadar sıradan ve basit olamaz, başka bir gizem olmalı" diye düşünür, ama kendi yaşamımızda bunun cevabını veren işaretleri görmezden gelir, görsek bile "yok canım olmaz öyle şey, tesadüftür" etiketini yapıştırırız. Günümüzde hala yığınla fotoğraf, video kaydı bulunduğu halde ufolara inanmayan kişiler dünyanın dört bir tarafında her an gerçekleşen kanıtları araştırmaya ihtiyaç bile duymadan, kendi eski dünya görüşüne sıkı sıkı sarılıp, çemberinin içinde dönüp durmaktadırlar.

Tanımlanamayan uçan cisimler olarak geçen ufolar ve ufolojik olaylarla ilgilenen kişi ve kurumlar her an dünyanın nabzını tutarak nerelerde görüldükleri, ne görünümde oldukları, ve insanların ne tür karşılaşmalara tanık olduklarına dair kayıt tutmaktadırlar.

Bütün bu olaylar olup biterken buzdağının altıyla ilgilenenler, bütün bu belgeleri çoktan kabul etmişlerdir. Onları ilgilendiren ve bence de daha önemli olan bir konu vardır ki o da yeni bir yüzyıla girerken modayı, sanatı bile etkileyen yeni çağ felsefesidir. Kozmik felsefe de diyebileceğimiz bu akım, Dünya'nın bundan sonraki seyrinden, henüz tanımlayamadığımız objelerin varoluş nedenleri hakkında detay vermeden açıklamalar yapmaktadır. İnsanların ilgisi kozmik felsefeye zaman geçtikçe daha da çok artmaktadır. Nasıl bir dönemler ufolar var mı yok mu tartışması demode olup onların varlığını kabullenişe geçtiysek artık bu kabullenişi de aşıp onları anlamak ve inançlarını, felsefelerini tanımaya yönelik çalışmaları yoğunlaştırmaya adım attık.

Aktif varoluş teknolojisi bilgileri ise tüm bu bilgilere yeni bir kapı açacak anahtar niteliğindedir. Bu bilgi bizden çok farklı ve uzak olduğunu zannettiğimiz "öteki" varlıkların gerçekte ne olduğunu açıklayarak, değişik boyutlardaki zaman-mekan-formlarla ilgili derinliğine bilgi verir. Bunun yanında bilim, din ve sanatı birbirinden ayırmadan her birinin varoluş nedeniyle ilgili kişiye farklı bir bakış açısı kazandırır.

Zaman, her birimizin bizi kısıtlayan karanlık ve bağnaz tarafından sıyrılıp, bilgeliğe ve uyanışa götürecek serüvene başlama zamanıdır. Geniş zannettiğimiz ufuklarımız yol aldıkça daha da genişleyecek, geçmişte ne kadar dar bir çerçeve ile baktığımızı bize kanıtlayacaktır.

Her biriniz içinizdeki bilgelik ateşinizi yakıp, yolculuğunuza başlayın. O ateş bütün karanlıkları aydınlatacak size yolunuzu bulduracaktır.

Ayrılık İllüzyonu

Bu dünya yaşamına başladığımız ilk andan itibaren hep ayrılık illüzyonu işlendi kişiliğimize. Ne de olsa bir beden kullanıyorduk!

Her şeyle nasıl bir olabilirdik ki? Bu illüzyon bizim yaşamımızdaki obje ve sujeleri değerlendiriş tarzımızda hep önde gelen bir bakış açısı olmuştur.

Kendimizi olandan ayrı görmek, hep haklı olduğumuzu düşünmek bizim vicdanımızı bastırır. "Sen farklısın" denildiğinde bunu iltifat sayarız. Egomuzu besler farklılık.

Peki gerçekten farklı mıyız? Gerçekten ayrı mıyız? Ortada kırılması gereken güçlü bir illüzyon var ve bunu kırmak için sadece mantık yetersiz kalır. Bunun için hissiyat ve yüksek duyarlılık gibi daha güçlü silahlar kuşanarak delip geçmeliyiz bu illüzyonu.

Bir kere bu engelden kurtulunca bir ağaçta şakıyan kuştan aşağıdaki bedeninize bakabilirsiniz. Her varlığın var oluş amacını bilir ve özlerini kutsarsınız.

Bir kere beş duyuyla oluşturulan kaba ve izafi kaale alışları bırakıp maddenin hakikatine dalarsanız, tıpkı dalgaların içine dalıp, tek tek gibi görünen dalgaların aslında denizlik bilinci içinde devindiğinin farkına varırsınız.

Her bir varoluşun bir nedeni var. Bu dünyadaki çokluk görüntüsünün, ayrılık illüzyonunun da öyle. Tıpkı kozasını yırtarken güçlenip uçabilen kelebek gibi,kendimizi sınırlayan illüzyonları kırdıkça BİR'liğe doğru kanat çırpacağız. Bu hepimize sonsuzluğu yaşama hazzını ve her bir zerreyle uyum içinde yaşama fırsatını verecek.

Enerjetik planlarda zaten yaşadığımız bizlik olgusunu, burada bu maddi bedenler içinde yaşayabilmek bize yeni ufuklar açacak.

Işıkla dolup aydınlanacağız, karanlıkta benliğini bilenlere bizliği yaşatacağız.

Şiatsu Nedir ve Şiatsu Hakkında Bilgiler

Şiatsu sağlıklı kalmak, sağlıklı olmak ve birçok hastalığı iyileştirmek için ellerle, parmaklarla yapılan bir masaj uygulamasıdır. Başparmağın ya da öteki parmakların uçlarıyla, avuç içiyle bedenin yüzeyindeki belirli noktalara basınç uygulayarak yapılır. Şiatsu yorgunluğu dinlenmişliğe dönüştürür, Şiatsu ile insan kendini daha güçlü, daha canlı hisseder, bedendeki kendi kendini iyileştirme gücü harekete geçirilmiş olur. Tüm bunları gerçekleştirebilmek için bedendeki duyarlı noktalara ellerle, parmaklarla bastırmak yeterlidir. Ellerin, parmakların beden üzerinde dolaştırılması bir yandan da dokunuşların okşayıcı sıcaklığını birlikte getirir.


 Şu koşturmalı, telaşlı şehir yaşamı içinde stres'e neden olacak ve hem beden de hem zihinde yorgunluklara yol açacak o kadar çok şey varken ve hekimliğin giderek hasta organların tedavisinde uzmanlaşıp son derece teknik bir uygulamaya dönüştüğü günümüzde bu okşayıcı dokunuşlara olan ihtiyaç daha da büyümüştür. Hatta günümüzde çocuklara bile, onları hem bedensel hem ruhsal bakımdan yıpratacak, yorgunluğa itecek yoğun bir çalışma programı zorlanmaktadır. Çok sayıda insan yaşam hızının sağlıklarına verebileceği olumsuz etkilerden kaygı duyuyor. Yazık ki onların bu kaygılarına çözüm getirebilecek kolay bir yöntem yok. Ama şiatsu bedenimizin farkında, duyarlılığında olmanın ve bedenimizdeki olumsuzlukları gidermenin, ya da şöyle diyelim, kendi sağlığınızı "kendi ellerinizin, parmaklarınızın" yardımıyla düzeltmenin yolunu bulmanızı sağlayacaktır.

Şiatsu başparmağın ya da öteki parmakların uçlarıyla, avuç içiyle bedenin yüzeyindeki belirli noktalara basınç uygulayarak yapılır. Bu belirli noktaların Japonca'daki adı "tsubo" dur. Bu sözcük saksı ya da kavanoz anlamına gelir. Bedendeki bu noktalar yorgunluğun ve gerginliğin biriktirildiği yerlerdir. Bu noktalara bastırmak rahatlamayı sağlar. Eski çağların Çinlileri bunun böyle olduğunu içgüdüleriyle bulmuşlar.

Tsubo noktaları kasların, kemiklerin, kan ve lenf damarlarının, sinirlerin, salgı bezlerinin üzerinde bulunur. Bu noktalara parmağınızla bastırmak, yalnız deriyi uyarıp, bu noktalardaki sertliği ve gerginliği giderip rahatlatmakla kalmaz, sinir sisteminin düzenli çalışmasını da sağlar, hazmı kolaylaştırır, kan ve lenf dolaşımını hızlandırır, salgı bezlerinin çalışmasında da olumlu etkiler yapar. Bütün bunlar da insanı hem hastalıklardan korumakta hem de bedenin kendi kendini iyileştirme gücünü harekete geçirmekte etkili olur.

Şiatsu'da ellerimizi hem teşhis hem tedavi için kullanırız. Giderek duyarlılığını artıran parmak uçları dokundukları yerlerdeki sıcaklık ve soğukluk farklılıklarını, sertlik, katılık ve gerginlik gibi durumları farkeder. Bunların her ikisi de bedenin içinde bulunduğu durumu belirten göstergelerdir. Bu noktalara yaptığımız basıncın derecesi, çeşidi ve süresi her bölgenin ve şiatsu yapılan kimsenin özel durumuna göre ayarlanır. Bu nedenle de şiatsu mümkün olduğu kadar parmakların çıplak tene değdirilmesi şeklinde yapılmalıdır.

Şiatsu'da beceri kuşkusuz bir günde elde edilecek bir şey değildir. Ama bunun böyle olması sizin şiatsu'nun etkinliğini keşfetme ve şiatsu yaparak insan bedeniyle tanışma fırsatını kaçırmanıza neden olmamalıdır. Kendinize ve başkalarına düzenli olarak şiatsu yaparak bedenin gereksinimlerini ve bedendeki olumsuzlukları açığa vuran belirtileri farketmeye başlayacaksınız. Şiatsu yalnız hastalıkları teşhis ve tedavi yöntemi de değildir. Tıpkı şefkatli bir ana eline benzeteceğimiz bir elin dokunuşunun verdiği sıcak duygunun önemi de büyüktür. Eğer şiatsu uygulayanın tutumu hem şefkatli hem özenliyse ve şiatsu yapılan kimsenin tutumu hem dirençsiz hem alıcıysa hiç kuşkusuz bu uygulamadan iki taraf da yarar görecektir. Bu arada şunu da söylemeliyim, bu konuda ikisinin de deneyimli olması elbette şiatsu'nun etkinliğini arttırıcı bir etken olacaktır.
(Toru Namikoshi, Şiatsu kitabından alınmıştır.)

Yükseliş

Yükseliş Nedir?

Yükseliş çok boyutlu bir yapı olan ruhun tamamının bedende birleştirilmesi veya karanlık yüzün kucaklanıp aydınlığa kavuşturulması olarak nitelendirilebilir.

Yükseliş olarak adlandırılmasına rağmen, süreçte kademe kademe ruh bölümleri yerküreye indirilir. Bedenin vibrasyonu aşama aşama arttırılır ve beden bir sonraki ruh segmentini tutmaya hazır hale geldiğinde ilgili ruh bölümü bedene iner (inisiyasyon).

Süreçte beden kristalize forma dönüştürülür. Kristalize form hastalık ve yaşlanma olmaksızın uzuuun bir yaşama olanak verir. Yükseliş için tek yapılması gereken niyet etmek ve büyük yaşamaktır. Büyük yaşamak, bedenin daha yüksek vibrasyonda titreşmesi anlamına da gelir ki, inisiyasyonlar bu şekilde gerçekleşir.


12 Mayıs 2012 Cumartesi

Medyum Blog Tekrar Yayında

Merhaba Dünya!

Değerli medyum blog takipçileri. Blogumuz uzun bir aradan sonra tekrar yayına başlamıştır. En gizemli, en merak edilen, en inanılmaz, sırlarla dolu bilgilerle yayınlarımıza devam edeceğiz.

Takipte kalın...