Sayfalar

13 Mayıs 2012 Pazar

Aşk Gerek

Bir adam yıllarca bir şehirde kalır da bir an gözünü kapayıp rüya görmeye başladı mı,
Kendisini iyi ve kötü şeylerle dolu bir şehirde bulur, kendi şehri zihninden silinir,
Kendi kendine, "Burası yeni bir şehir, ben burada yabancıyım" demez.
Böyle demesi şöyle dursun, hatta kendini orada doğmuş, oraya alışmış sanır.
Ne şaşılacak şeydir ki, ruh da oturduğu, doğup yerleştiği yerleri hatırlamaz.
Bulutların yıldızlar örttüğü gibi, bu perişan dünyanın gözlerini buğuladığını düşünmez.
Hele ruh, bunca şehirler gezmiştir de onun görüşünü karartan tozlar henüz süpürülmemiştir.


                                                                                                                                      Mevlana

Mevlana ne güzel anlatmıştır tekamül yolculuğunu.


Her bir görevli bilinç bağlı bulunduğu Galaksi Yıldız Kutbu Konseyliği'ne akit muhtevasını verdikten sonra, Teknolojik Kodlayıcı Sistem icaplarına uygun tarzlarda, bilinç kodlama planını oluşturan muayyen mahiyetli zamanlama kodlarıyla kodlanarak bu çekirdek dünya ortamına enkarne edilir.

Kendi akit muhtevalarına uygun tarzlarda fonksiyon vurgulayabilecek açılımları yapabilmek için en uygun ortamsal faktörleri barındıran bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir.
İşte o andan itibaren yersel kişilik dediğimiz kişilik oluşmaya başlar. Dünyasal şartlar, obje, suje ve hadiselerle karşılaşarak bu yersel kişilik olgunlaşır, gelişir.

Daha önceki yaşantılar ve bağlı bulunulan tasarruf planına dair her şey unutulmuştur. Kendimizi sanki ilk kez bu dünyaya gelmiş gibi hissederiz. Daha önce yaşanılan hatıralar silinmiştir artık.
Peki neden? Çünkü bu dünya sahnesinde gerçekten hakkını vererek rol çıkarabilmek için bu gereklidir. Eğer, böyle olmasaydı bu bir sınav olmazdı. Bizler her defasında tekrar tekrar bu dünya ya enkarne ediliyorsak eğer sebebi deneyimlerimizi pozitif aktif kıymette yaratıp kendimizde hatırlamaya geçirip, yaratmaktır.

Bu durumda öncelikle hepimiz ne kadar mükemmel bir sistemin tatbikatçıları olduğumuzu anlamalıyız.
Özümüzden gelen seslere kulak vermeli ve pozitifliğin getirisi olan sevgiyi, saygıyı, tevazu ve alçakgönüllülüğü yani diğergamcı olguları yaşayıp yaşatmalıyız.
Bilmeliyiz ki, özde hepimiz kardeşiz. Ayrı ayrı robotik kalıplarda devinmemiz, farklı yersel kişiliklere sahip olmamız, farklı mekanlarda, farklı ortamsal faktörlerle muhavece olmamız bizlerin birbirimizden ayrı olduğunu göstermez. Bu çokluk ortamının bir getirisidir. Bizler hakikatte, sonsuzlukta BİR'iz, mündemiçiz.

Önemli olan, neden bu dünya üzerinde bulunduğumuzu unutmamaktır. Evet, her birimizin farklı yaşantılarına dair yüzyıllardır getirdiği bir tortu vardır, şüphesiz. Ama bunlar bertaraf edilmeyecek tarzda değildir. Çünkü "Allah, yükü güce göre verir." O halde artık kendimize bir çeki düzen vermemiz gerekiyor. Uyanan uyandırmalıdır...

Silkinmek gerek, Mevlana'nın da dediği gibi "görüşü karartan tozları süpürmek" gerek, yıldızları örten bulutları kovmak gerek... En önemlisi AŞK gerek...

Allah'a duyulan AŞK gerek... Karşılıksız, koşulsuz sevgiyle ancak bu yol aşılabilecektir. Korkularımızı ve içimizi karartan egolarımızı artık bir mahrekte toplayıp onlardan her zaman bir adım önde olmak için sevmek gerekir...

Her bir zerreyi, her bir kuşu, ağacı, toprağı, çiğ damlasını, rüzgarı, sokaktaki adamı... Her şeyi... Çünkü o zaman anlarız ancak, aslında orada olanda bizden, bizle. Onlarda aşk ile yola çıkanlardan. Onlarda aşkı yaşayanlardan. İçten aşkı çıkartmak için önce varlıksallığımızın nedenine bakmak yeter. Her şey birbirinin etrafında aşk ile dönüyor. İlk hareket dediğimiz OM, sonsuz - sınırsız yokluğun kendinden kendine duyduğu aşk ile vurgulandı. O zaman demek ki bizler Aşkın tohumlarıyız ve her birimiz en küçük en küçük partiküllerimiz olan serlerden itibaren birbirimiz etrafında aşk ile dönüyoruz.

Öyleyse sonsuza kadar hep beraber döneceğiz. Ama bu sefer yaşayarak ve yaşatarak yani kısacası AŞK olarak...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder